TITLE

DESCRIPTION

Hırçın Kız – öykü

HIRÇIN KIZ

Boğaç nazikçe ama sıkı bir biçimde kendine doğru çekti Eylem’i. Arka fonda George Michael’in Kissing A Fool şarkısı çalarken, bedenleri dans mı sarılma mı olduğu belli olmayan bir ritimle uyumlu bir şekilde hafifçe salınıyordu. Biraz daha mı yakınlaşmışlardı birbirlerine? Eylem gözlerini yumdu…

Yavaşça gözlerini aralarken boynunda bir ağrı hissetti Eylem. Koltukta biçimsiz uyuyakalmaktan boynu tutulmuş bacakları uyuşmuştu. Kedisi Katharina da tüm haşmetiyle gerinmekteydi koltuğun kolunda. Beraber uyuklamışlardı demek ki. Bölük pörçük rahatsız uykulardan uyanmak, kendini hep yorgun hissetmek ve dinlenememek… Dün gece de defalarca uyanmış, sonra yeniden sızmıştı. Bedenindeki bitkinliğin aksine zihni pırıl pırıldı.  Nerden girmişti Boğaç onun sabah rüyasına? Ailece İzmir’den İstanbul’a taşındıklarından beri, on beş yıl kadar olmuş olmalıydı, onu ne görmüş ne düşünmüş ne de anımsamıştı.

Küçük yaşlarından beri aşık olduğu komşu çocuğu Boğaç’ın ondan hoşlandığını anlayamamıştı bir türlü. Oysa ki Eylem ondan aralarındaki ilgiye dair küçük bir hareket bekliyordu. Boğaç Eylem’le yan yana geldiklerinde, düşündüklerini söyleyecekmiş gibi oluyor, yutkunuyor, ardından saatler, günler, aylar boyu susuyordu. Anlatılanlar ilgisini çektiğinde ya da ona komik geldiğinde büzülen ağzının kenarıyla eğlenmekten çok acı çektiğine dair bir kaygı geçiyordu Eylem’e. Hoş çocuktu. Belki sadece dışarıdan. İçini açıp göstermemişti Eylem’e. Belki içi hayal kırıklığı olacaktı. Öğrenememişti Eylem yan yana oldukları yıllar boyunca.

Ailesiyle İstanbul’a taşınacakları gün, arabaya binerlerken Boğaç arkalarından koşup Eylem’in eline kendi hazırladığı bir karışık şarkı cdsi tutuşturuvermişti. Eylem arka koltukta anne babasına göstermeden cdnin kılıfına bakmış ve aşk şarkılarıyla dolu olduğunu görmüştü. Yol boyu heyecanını ve yanaklarının pembeliğini çok konuşarak gizlemeye çalışmıştı anne babasından.

İstanbul’daki yeni hayatına anlam veren, taşınma acısını hafifleten yegane şey olmuştu; aşkın farklı ruh halini anlatan albüm ve geride bıraktığı Boğaç. Eylem şarkıları yeniden yeniden dinledikçe, kendisi Boğaç’ın yanındayken, onun kendisine karşı olan duygularını, düşüncelerini, onunla paylaşmak isteyip de paylaşamadıklarını, umutsuzluklarını, kederini, eğer beraber olabilselerdi nasıl bir ilişki yaşayabileceklerine dair umudunu, geriye dönük bir film gibi kurgulayabiliyordu. Aşk şarkılarının etkisi ve Boğaç’ı özlemenin ateşiyle Eylem daha sonra onu birkaç kez aramış, Boğaç’ın sesinin soğukluğu ve konuşmalarının yarım yamalaklığıyla telefonu kapatmıştı.

Uzun zamandır yalnızca Boğaç’ı değil hiçbir rüyayı göremez olmuştu. Önce rüyaları seyrelip tek tükleşmiş, bir sabah uyandığında gece gördüğü hiçbir rüyayı hatırlayamaz olmuştu. Ta ki bir süre sonra artık hiç rüya görmediğini kabul edene kadar. Uzmanların da söylediği gibi rüya görüyordu elbette. Sadece hatırlamıyordu. Başlarda bu işe canı sıkılmıştı. Rüyaların insanların hayallerini, sezgilerini, hayat amacını diri tutmak gibi mistik bir gücü olduğuna inanmıştı Eylem halbuki çocukluğundan beri. Psikologlardan biri rüyaların bilinçaltına giden krallık yolu olduğunu söylememiş miydi? Belki de hatırlamak ancak hatırlamayı seçmekle oluyordu? Unutmak da aynı şekilde…

Katherina’nın söylenmeye benzer açlık miyavlamaları dayanılmaz bir hal alınca, mutfağa yöneldi, kedinin mama kabını onun en sevdiği kedi mamasıyla doldurdu. Katherina’nın her konudaki hırçınlığı, kat be kat artıyordu.

Cep telefonun sesiyle irkildi Eylem. Telefonun melodisi, gelen aramanın işten olduğu söylüyordu. Kanepede bir yerlerde olmalıydı. Yastık, battaniye şal, sıcak su torbası, hırka, her şey alt alta üst üsteydi. Telefon sustu. Eylem gecenin loş ışığında fark edilmeyen, sehpanın üstünü örten toz bulutuna, geceden kalma bitmiş yağlı pizza kutularına, kurumuş şarap kadehlerine ve çeşit çeşit su bardaklarına baktı boş boş. Neyse ki zoom toplantılarında, sırtını salondaki kütüphaneye verince, evin geri kalanının ne kadar berbat bir halde olduğu anlaşılmıyordu. Önce utanç sonra suçluluk duygusu yaladı geçti her yanını. Annesi görse, “Bir Çerkez kızı asla…” der, başını iki yana sallayarak azarlardı Eylem’i. Son zamanlarda her can sıkan duygusu gibi bu duygusunun da bedenindeki ömrü kısa oldu. Kayıtsızlık ve umursamazlığa geçti ruh hali hızla.

Telefon tekrar çalmaya başlamıştı. Telefonun ışığını seçince, telaşla sehpaya yöneldi. Kurumuş şarap kadehlerinden biri düşüp, kırıldı. Katharina merakla cam kırıklarına yaklaşınca, azarlayıp kovaladı kediyi. Katharina altta kalır mıydı? Patroniçe edasıyla tıslayıp bir pençe savurdu Eylem’in çıplak ayağına.

Telefonun ekranında Nesrin’in aradığını görünce rahatladı. Üniversiteden beri arkadaşıydı. Nesrin’in aynı bankaya girmesine kendisi aracı olmuştu.

“Tatlım selam, merak ettim seni, bu üçüncü arayışım! Bu günkü toplantı ve sunumumuzu unutmadın umarım,” dedi Nesrin.

Eylem o gün evden mi yoksa ofisten mi çalışacağını hatırlayamadı bir an.

“Zoom toplantısı var ama korkma on beş dakika sonra. Lütfen hazır ol!” dedi Nesrin.

Eylem gözü kapalı sunum yapabileceğine dair garanti verip çabucak kapattı telefonu. On dakika içinde giyinip makyajını tamamladı. Son beş dakikada sunumun üzerinden geçti. Pijamasının üstüne havalı bluz giyip ustaca makyaj yapınca, delik çoraplı manikürü gecikmiş ayaklarını ve lekeli pijamasını kamufle edebilmişti ustaca.  Kütüphanenin önüne oturup, ekranını açtı.

Üniversiteden sonra girdiği, girdiği günden beri bir gün memnun olmadığı bankada kredi pazarlamacısı olarak çalışıyordu altı yıldır. Öğrendiklerini hayata en kolay adapte eden insanlardan biriydi. Yine de her gün işe ayaklarını sürüyerek gidiyordu ilk günden beri.

Eylem Nesrin’le beraber hazırladıkları, şubelerin ikinci altı aylık dönemi için oluşturulan hedefleri içeren sunumunu başarıyla gerçekleştirdi. Salonda dolanan Katharina gözünün içine baka baka Yuka’nin dibine kakasını yaptı. Banyodan salona kadar gelen kokuyu o an fark etti. Toplantı bitince ilk iş kedinin kumunu değiştirmeliydi. Sunum sırası Nesrin’e geldiğinde, Eylem’in aklı yine Boğaç’la ilgili rüyaya ve rüya görmeye kaymıştı. Ekranın önündeki bedeni gevşeyip rahatladı.

Toplantı bittiğinde mutfağa geçip kendine duble sade Türk kahvesi yaptı. Televizyonu açtı. Aynı iç karartıcı evlilik programları, reality şovlar… Açtığı hızla kapattı televizyonu. Yerde kirli sepetine atılmayı bekleyen birbirinin eşi bile olmayan çorap, hırka ve yastık yığınları arasından ilerleyip balkon kapısını açtı. Taze bir bahar kokusu sardı evi. Sonra yavaş yavaş kurumuş midye ve yosunla karışık deniz kokusu kapladı içini. Gözlerini kapatıp, çocukluğundaki İzmir’de hayal etti kendisini. Rüyada gördüğü Kissing A Fool şarkısını açtı spotitydan. Yorgun bedeni hafifledi. Kısa bir an dans etme isteği duyduysa da hemen vazgeçirdi kendisini.

On altı yaşındaydı Eylem. Annesinin ona ipek şantuk kumaştan diktiği kırmızı elbisesi ve uyumlu espadrilleriyle nasıl da keyifliydi kuzeninin düğününde. Ailenin tüm gençleri ve arkadaşları Boğaç dahil coşkuyla pistte dans ediyorlardı birlikte. Slow müzik çalmaya başladığında, gençler en yakınındakine yönelince, o da Boğaç’la eşleşmiş, acemice dans etmişlerdi utanarak. Babası da, diğer ahbaplarıyla birlikte, oturdukları yerlerden gülümseyip alkışlıyordu gençleri. Babasının ne zaman yerinden kalkıp ne zaman ona doğru geldiğini fark edememişti Eylem. Yanı başında biten babasının yüzü kıpkırmızı olmuş, sıkılı dişlerinin arasından, “yürü çabuk” demişti. Önce anlamadı Eylem. Annesi, babasının arkasından, şaşkınlıkla korku arası bir halde, kaş göz ederek onu oradan hızlıca çıkmaya ikna etmeye çalışıyordu. Eylem’in kalbi ağzına doğru fırladı. Kötü bir şeyler olacaktı, hissedebiliyordu. Etrafındakilerin donmuş bakışları altında, “ne olur rüya olsun” deyip gözlerini yumdu. Gözlerini açtığında eve gelmişlerdi bile. Babası kapıdan girdikleri an onu kolundan tuttuğu gibi odasına sürükleyip yatağa doğru fırlatmıştı.  Hala anlam veremiyordu olanlara. Utançla, öfkeyle bakıyordu babası ona. Sanki çok büyük bir günah işlemişti. “Evde bir daha şarkı söylemek, dans etmek, taklitler yapmak yok!” diye bağırıyordu canım babası gözlerini devire devire. Sonrası bir kabustu Eylem için.  Babası aylarca doğru düzgün yüzüne bakmamış, onunla zar zor konuşmuş, okul dışında bir yere gitmesine de izin vermemişti.

Şimdi de zaman zaman annesinin muhtemel eleştirilerinden, babasının yargılayan sözlerine benzer sözlerle suçlarken buluyordu kendini Eylem. Zihninin içinde koloni halinde yaşayan kocaman bir elalem orkestrasıyla yaşıyordu yıllardır.  Onca farklı görünmez el kolundan çekip oturtuyordu onu gerisin geriye koltuğa, sandalyelere yatağa. Kalkamıyordu yerinden, bir yerlere varamıyordu.

İşte babasından dayak yediği o dans gecesinde aşık olmuş olmalıydı Boğaç kendisine. Şarkı söyleyip, dans ederken, kendini bedeniyle ifade ederken öyle büyüleyici olabiliyordu ki Eylem. Güçlü bir enerji içine girip bütün bedenini, sesini ele geçiriyordu. Hem kendi gibi hem de kendisinden daha fazla biri gibi hissediyordu. Zaman mevhumunu yitiriyor, o duygularda sonsuza kadar kalma arzusu duyuyordu.

İçinde öyle bir his, heyecan hissetmeyeli uzun zaman geçmişti. Gün aşırı işe giden şık ve zinde vücuduna karşın evde yorgan altına rehin bırakıyordu bezgin ruhunu. Kıpırtısızdı içi, ruhu boş, duyguları sönüktü.

“Üşütmenin sırası değil” diyen anne iç sesiyle kalkıp camları kapıları kapattı. Katarina’nın uyuduğu koltuğa geçip, onun yanına kıvrıldı.

Katharina adını Shakespeare’in Hırçın Kız eserinden seçmişti kedisi için. Biraz hırçın, biraz deli, biraz çekilmez… Standart kalıpların dışında. Özgürlüğüne düşkün. İşte aynı böyleydi kedisi de. Aldığı günden beri adıyla yaşıyordu Katarina. Ancak canı istediğinde dinliyordu genç kadını. Ne zaman hırçınlaşacağı belli olmuyordu. Uykudan yeni uyandığında ya da yemeğini yedikten sonra bazen kulaklarını yatırıp gözlerini süzerek bakıyordu Eylem’e. Yakınlaşmalarına kanıp okşadığındaysa, onu öyle bir tırmıklıyordu ki…Çizik doluydu elleri kolları. Bazen kedi hırçınlığıyla Eylem’e bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş gibi geliyordu.

“Bir de hayvanlar sahibine benzermiş derler. Ben niye Katarina gibi olamıyorum. İstediklerimi yapmak için hırçınlaşamıyorum,” dedi kendi kendine mırıldanarak.

Eylem biliyordu bir şeylerin yolunda gitmediğini. Hareket etmek istemiyor, her oturduğu yerde uyuyakalıyordu. Psikoloğunun ilk sorduğu, “rüya görüyor musunuz” sorusuna “uzun süredir görmüyorum,” diye cevap vermişti. En son gördüğü rüya Boğaç’la ilgili olandı.

Telefonun sesiyle kendine geldi.  Açmayınca telesekreter devreye girmişti. Annesi: “Kızım ordaysan aç, kaçıncıdır arıyorum açmıyorsun. Bu hafta sonu yengenler geliyor yemeğe baban Eylem de gelsin dedi. Pazar bir gibi bekliyoruz güzel kızım…” mesajını duydu. İstemiyordu bu hafta sonu ne ailesine gitmeyi ne de onları görmeyi. Yengesini görse ne olurdu, görmese ne olurdu…

Kalktı, yatak odasındaki gardırobun üst rafından tozlanmış anı kutusunu aldı özenle. Açmadan oyalanmak için mutfağa geçti, bir kadeh kırmızı şarap doldurdu kendine. Kanepeye yerleşti. Kutudan CD’yi kolaylıkla seçti. Burnuna götürüp, kokladı. Kapaktan okuyabildiği parçalarla cep telefonunun uygulamasında bir Boğaç müzik listesi oluşturdu. Bluetooth’a bağlandı, çalmaya başladı. İlk şarkı olan Kissing a Fool odayı doldurdu. Diğer şarkıları da okuyabilmek için cd kılıfının içindeki kağıdı çıkardığında, daha önceden fark etmediği Boğaç’ın el yazısıyla yazılmış bir not düştü kucağına. Hafifçe silinmiş de olsa okunabiliyordu. “Öyle güzelsin ki dans ederken, şarkı söylerken. Hatta sadece durup bana bakarken… Keşke hep yanımda olsan. Hep bana öyle baksan. Biz hep böyle beraber müzik dinleyip dans edebilsek.” Bu notu nasıl görememişti. Tek tek ayrımsayamadığı birçok duygu sardı geçti vücudunu. Duygular boğazını sıkıyor, kulak zarını ittiriyor, sanki kalbini patlatmak ister gibi pompayla şişiriyorlardı. Hızla akan gözyaşlarını seyrediyordu hayretle, başkasının gözlerinden akıyormuşçasına. İkinci şarkı Cool and the Gang’den “Cherish” di. Direnemiyordu yeni gelen duygulara da. Ağlıyor ağlıyordu…Boynunda, sırtında, başında, boğazında her ne biriktiyse bugüne kadar ellerinden ayaklarından aktı gitti.

Ne kadar zaman geçtiğini bilemedi Eylem. Salonda yattığı yerde Katharina’nın miyavlaması dayanılmaz bir hal almıştı. Eylem sakinleştirmek için kucağına alınca, kedi bir tırmık atıp yere atladı.

Bir an bir ışık yandı zihninde genç kadının. Bir anımsatıcı, bir çeşit uyanma çağrısıydı belki Katharina’nın çığlıkları. Bastırdığı arzuları, hayalleri, bunca yıldır kendine çizdiği sınırları terk etmesi, üzerindeki ölü toprağı silkeleyip atması için bir işaret fişeğiydi belki. Belki gerçekten de kediler sahiplerine benzerdi ve Katharina onu böyle kendinden uzakta, canlılığını kaybetmiş ve ruhsuz görmektense, arzu ettikleri adına kendisi gibi asi ve hırçın olması gerektiğini söylemekteydi ona kendi kedi yöntemiyle.

Aynı anda cep telefonu çalmaya başlamıştı, annesi arıyordu. Telefonu açtı ve annesine o hafta sonu onlara katılamayacağını çünkü İzmir’e gideceğini söyledi. Sonra yerinden kalktı, balkon kapısının önünde kulaklarını dikmiş, tırnaklarını çıkarmış Katarina’ya balkonun kapısını açtı. Kıçından hafifçe dışarı ittirdi ayağıyla. Kedinin hiç alışık olmadığı bir perdeden “Hadi bakalım Katharina Hanım, çok meraklıysan özgürlüğüne kapı burada, ama beni bu şekilde tırmıklamana artık izin vermeyeceğimi bil!” diyerek dışarıyı gösterdi kediye.

Üzerinden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Şarabı lavaboya döktü, kendine filtre kahve hazırladı. Kahve hazır olana kadar salonu toplamaya girişti. Kahvesini notepadini alıp balkona çıktı. Nisan ayında İstanbul’da hala karanlık yağmurlu bir kış günüydü. İzmir öyle miydi halbuki? Karabiber iğde ağaçları, Ege otları kum, deniz kokusu, gölgeler, ışık oyunları, ılık rüzgar, gazoz, müzik, hayaller…

Facebook’u açtı. Boğaç Caner’i aradı arama butonunda. Çocuksu bir heyecan sardı vücudunu. İşte oradaydı, hala İzmir’de yaşıyordu. Bekardı. Plak Şirketi vardı. Eli mouse’un üzerimde oyalandı bir süre ne yapacağına karar veremedi. Bir anda arkadaşlık teklif etti.

Katharina dışarı çıkınca gırlayarak döndü, Eylem’e baktı. Bir yere gitmedi. Halinden memnun, balkon kapısının önüne uzandı.

Eylem şarap ve martı sesleri eşliğinde Msn’den cevabın gelmesini bekledi…

Yazan: Elvan Kurşun / Nisan 2022

İstanbul

İletişim

Adres: Bağdat Cad. Tuğrul Sk. Ümit Apartmanı No: 6 / 2 Selamiçeşme KADIKÖY İSTANBUL
E-posta: [email protected]

Harita