İzler
Rüzgar martıların izini siler.
Yağmur insanın ayak izlerini
Güneş zamanın izlerini siler.
Öykü anlatıcıları yitik hatıranın, aşkım ve acının görünmeyen ama hiç silinmeyen izini arar.
Eduardo Galeano
İZLER Eduardo Galeano’ya ithafen
Şahsen tanışmıyorlardı. Ama aşıktı Mert kadına, seviyordu onu deliler gibi. Aynı parka ve çirkin gökdelenlere bakıyorlar, aynı martı seslerini duyuyorlar, aynı mahalleyi soluyorlardı. İlk yıl sokakta parkta, markette her yerde rastlamıştı yoga hocası kadına. Başta karşılaşmalarının bir tesadüf olduğunu düşünmüş, rastlaşmalar haftada dört beşe varınca da kaderin tatlı bir oyunu olduğuna kanaat getirmişti. Önce ateş sarısı dalgalı saçları, petrol yeşili çekik gözleri ve düzgün fiziğiyle dikkatini çekmişti kadın Mert’in. Sonrasında ise kadının ne kadar hayat dolu olduğuna şaşmıştı. Girdiği her ortamda hızla iletişim kuruyor, kısa sürede herkesin ilgi merkezi oluyordu kadın. İnsanlar onunla sohbet için yarışıyordu adeta. Işığı, gülümsemesi, melodik kahkahası insanları önce okşuyor, sonra onlara da bulaşıyordu. O gittikten sonra, oraların karanlığa boğulduğuna yemin edebilirdi adam. Sonra bir gün Starbucks’ta adını duydu: Alev. Soyadını da kitapevinde sevdiği yazara kitap imzalatırken öğrendi: Hayat. Alev Hayat. Alev alev, capcanlı, hayat dolu, ismiyle yaşıyordu. Bir çeşit büyücü olmalıydı kadın. Zira onu ilk gördüğü andan beri Mert’in de can sıkıcı yaşantısı umut dolup, aydınlanıvermişti. Tek başına dört duvar bir odada sayılarla bilgisayar başında geçen, gece ile gündüzün birbirine karıştığı hayatını aydınlatmıştı kadın.
Her yeni haftayı heyecanla bekliyor, ona ne zaman rastlayacağına dair kendi kendisiyle iddiaya giriyordu. Sabahları yataktan heyecanla kalkıyor, duş alıyor, tıraş oluyor, parfüm sürüp, özenle hazırlanıyor, hevesle sokağa atıyordu kendini. Alışveriş, mahallede gezinti, hayat ziyadesiyle keyifli bir oyuna dönüşmüştü kadına rastladığı günden beri.
Bir gün evine kadar hafiye gibi takip edip, hangi binada oturduğunu öğrendi kadının. Ertesi gün apartmanının önünden geçerken de pencereleri taradı gözleriyle. Balkondaki renkli meditasyon köşesinden kadının nerede oturduğunu anlamıştı.
Mert kadının, ona karşı olan ilgisini fark edip etmediğini bilemiyordu. Belki de kadın, adamın kendisine olan ilgisini anlayıp, karşılık verse, Mert arkasına bakmadan kaçacaktı bu platonik aşktan.
Önceki ilişkilerinde çok kanamıştı. İlk kez lise sonda bir okul arkadaşına aşık olmuştu. İkinci kez de yirmili yaşlarında, bilgisayar firmasını kurduğunda. Ayrılmasalar evlenme teklif edecekti Melda’ya. Olmamıştı yürütememişlerdi ilişkilerini. Kız da ona aşıktı aslında. Melda’nın yüksek sesle gülüşü, sıyrılmadan bulaşık makinasına yerleştirilmiş tabaklar, kitaplardaki cümlelerin altının çizilmesi, onsuz gidilen arkadaş buluşmaları… Mert olur olmaz öfkeleniyor, ne olduğunu anlamadan bağırmaya başlıyor, karşı tarafı, ilişkiyi kırıp döktükten sonra da ne geri adım atıyor, özür diliyor ne de anlaşmaya yönelik konuşmaya yanaşıyordu. İki gün sonra ne olduğunu hatırlayamadığı tartışmalarda bile hep haklı çıkmak istiyordu. Ağır sözler söylemişlerdi Melda’yla birbirlerine. Düşününce anımsayamıyordu ne hakkında tartıştıklarını. Ama o anki duygunun canını yakması, acı ve güvensizlik hissi hala bedeninde benzer anlarda ortaya çıkıyordu.
Sonraki ilişkilerinde de benzer hislere kapıldığında ışığa yakalanmış bir tavşan gibi donmuş, sonra da kaçıvermişti üç yıl önceki ilişkisinde olduğu gibi. Yakınlaşma başlayıp, kişilikler karşılıklı görünür olduğunda, Mert anlaşmazlığı çözmeye dair konuşmaya ve düzgün bir kapanışa yanaşmaksızın, bir hafta içinde önce kadını aldatmış, sonra da her türlü sosyal medya hesaplarından çıkarıp, telefon numarasını değiştirmişti. En son gittiği psikiyatrist söylemişti. Kirpiler gibi olmalıydı ilişkiler. Ne çok yakın ne de çok uzak. Üşümeyecek kadar yakın, dikenler birbirini kanatmayacak kadar da uzak durmalıydılar birbirlerinden.
Mert’in gözlemlerine göre; Alev asansör yerine merdivenleri, araba yerine yürüyüşü tercih ediyordu. Haftada üç gün sahile, öğleden sonra dörde kadar da çalıştığı yoga salonuna gidiyordu. Salı günleri dersleri ikide başlayıp altıya kadar sürüyordu. Yine aynı gün iyi bir film varsa sinemaya sabah matinesine gidiyordu Alev. Bazen yalnız, bazen de arkadaşlarıyla. Diğer zamanlarda balkonunda müzik dinleyip, kitap okuyup kahve içiyor ya da telefonda konuşuyordu. Meditasyon köşesinin yanı sıra, çeşit çeşit çiçekler, renkli aydınlatmalar, bir ısıtıcı ve müzik sistemi vardı balkonunda.
Sıcakkanlı olduğu kadar ateşli de olmalıydı Alev. Evdeyken hava izin verdikçe balkonunda sweetshirt ve hırkalarıyla oturuyor, sokakta da en fazla kazak giyiyor, şapka takıyordu. Havanın soğukluğuna aldırmaksızın yaz kış balkonda yoga yapıyordu. Yanında yüzünü kış güneşine dönerek oturduğunu düşlüyordu o yoga yaparken balkonda Mert. Kadının yoga sonrası üşüyen ayaklarını, ısıttığını aynı battaniye altında, Max Richter müzikleri eşliğinde. Ya da sabah martı sesleri eşliğinde ona Eduardo Galeano’nun şiirlerinden birini okuduğunu.
Sosyal medya mecralarında açık hesaplarından bulup takibe de almıştı kadını. Alev de karşılığında onu takibe aldı. Takibe takip olduğunu düşündü Mert, fazla bir anlam yüklemedi. En çok Twitter’ı kullanıyordu Alev. Adam yataktan kalkıp perdeleri açmadan havanın güneşli olduğunu anlıyordu kadının yazdığı cümlelerden. Camdan dışarı bakmadan da gecenin yıldızlı ve berrak olduğunu, yeni ayın doğduğunu. Yürüyüşünde yüzünü yalayan rüzgârdan, gün boyu müzikle değişen ruh haline, hangi kitapların hangi cümlelerinin altının çizildiğine kadar her şeyini tanıyordu kadının artık. Ela Pastanesinde elma şekeri, sahilde toplu koşu, vizyondaki sanat filmleri, Mert’in dünyası da gelişiyordu kadının paylaşımlarıyla birlikte…
İlk yılın sonunda yıl başından hemen önce, caddede karşı karşıya geldiklerinde kadın başını Mert’in yüzüne doğru kaldırmış, ağzının kenarı gülümser gibi kıvrılmıştı. Mert’in kalbi hızlanmış, ayakları birbirine dolanmış, nefes alamaz olmuştu.
Caddenin köşesindeki restoranda arada değişen erkeklerle yemek yediğini görüyordu kadının. Başlarda onu kaybedecek diye çok korkuyordu. Ama hiçbir sevgili adayıyla ikinci kez buluştuğuna şahit olmamıştı. Belki o da Mert gibiydi, belki onun için de platonik yaşanan bir aşk çok daha sorunsuzdu.
Mert yeni iş bağlantısı şerefine Cuma akşamı, mahalledeki İtalyan Restoranına gitmek üzere evden çıktı. İçini tatlı bir heyecan sarmıştı. Belki Alev’e rastlardı. Sabahki son tweetinden beri haber alamamıştı ondan. Restorana giden yolu uzatma pahasına evinin önünden geçti. Pencereleri karanlıktı, dışarı çıkmış olmalıydı.
Restorana girdiği an ensesinde bir ürperti hissetti Mert. Alev köşedeki masada alev kırmızısı elbisesi ve aynı ton ojeli tırnaklarıyla oturmuş yalnız başına kahve içiyordu. Yemeğini bitirmiş olmalıydı. Mert, kadını aynadan gözleyebileceği masalardan birine oturdu. Kalbi deli gibi atıyor, elleri titriyordu. Garsona sipariş verirken kadına kaçamak attığı bakışlardan bile çekinir olmuştu. Pizzasını yer yer yemez kalkmaya karar verdi. Kutlama şarabının geri kalanını Alev’i sosyal medya hesaplarından gözlerken evde içecekti.
Tam hesabı ödüyordu ki, Alev’in yerinden kalkıp yanındaki sandalyeye oturduğu fark etti. “Bakar mısınız?” diye garsona seslendiğini işitti hayal meyal.
“Casa del Diablo mu olsun ikinci şişe şarabımız Mert?” diye sordu kadın.
Mert sırtında ağır bir uyuşukluk hissetti. Böğrüne boğa oturmuş gibiydi. Kadına bakakaldı.
Elvan Kurşun /Şubat 2022
İstanbul
Adres: Bağdat Cad. Tuğrul Sk. Ümit Apartmanı No: 6 / 2 Selamiçeşme KADIKÖY İSTANBUL
E-posta: [email protected]
© Copyright 2016 | Tüm Hakları Saklıdır.