TITLE

DESCRIPTION

Tango

 

Tango
Eve girer girmez, babetlerini çıkarıp attı Beliz. İki firma ziyareti ve üç uzun toplantıya rağmen yorgun hissetmiyordu kendini. Maslak’tan dönerken köprü trafiğinde bigudiye sardığı saçları dalgalanmıştı bile eve varana kadar. Teybe bir Caz cd.si koyduktan sonra, banyo küvetini doldurmaya yöneldi. Çeşit çeşit banyo köpüklerinin arasında defne yağlısını seçip yükselen suya boşalttı. Yatak odasında elbisesini asmak için askıya uzanmışken, “Yine mi asmak Beliz? At gitsin koltuğun üstüne. Şimdi tango zamanı. Ayşe ütüler asar Pazartesi gelince,” diye söylendi kendi kendine. Salondan Louis Armstrong ’dan What a Wonderfull World sözleri yankılanırken, mutfağa şarap almaya geçti. Cabarnet Savignon doldurdu pembe balon bardağına. Tüm o yorucu ve stresli haftayı yenmek adına, defne balonlu küvette balon kadehte kırmızı şarap keyfine vakti kalmıştı. Banyo aynasında bir an kendiyle karşılaştı, gözleri ışıl ışıldı. Şarabından büyükçe bir yudum aldı. Köpüklü ılık suyun içine kaydığında, bu akşam yeni birileri gelir mi acaba salona, diye düşündü.
Seviyordu tango gecelerini. Öncesinde duyduğu heyecanı, gecelerdeki akışı, sonrasında bir hafta boyunca devam eden etkisini. Önceden modern dansı da çok sevmişti Beliz. Yogaya da zumbaya da gitmişti. Farklı bedensel deneyimlere açık olmaya gayret ediyordu. Şirkette ona taktıkları “çelik kadın” imajı onu önce hayal kırıklığına uğratmış, kabullenmekte zorlanmış, bu cümleyi daha önce Can’dan da defalarca duyduğunu anımsadığında, artık bir şeylerin değişmesi gerektiğine karar vermişti.
Boğaziçi’nde Üniversitenin ilk senesinde tanışmıştı Can’la. Kantinde sıra beklerken çalan şarkıyı aynı anda mırıldanmış, aynı kahve bardağına uzanmış, yalnız girdikleri okul kantininden üç buçuk saatin sonunda birbirlerine aşık olarak ayrılmışlardı. Üç senelik bitmeyen hızlı aşklarına ve Can’ın evlenme teklifine rağmen, Beliz ABD’de inşaat mühendisliği yüksek lisansına devam etme kararından vazgeçmemişti. Ailenin tek çocuğu olarak dededen kalma başarılı inşaat firmalarının başına geçmesi kaçınılmazdı. Bir taraftan ailesi bir taraftan Can, kendini ortadan ikiye ayırılmış hissediyordu. O sıralarda isteğinin evlenmek olduğundan emin değildi. Türkiye’den Can’dan, alınması gereken kararlardan kaçmayı yeğlemişti.
“Yapılması gerekenler listesi hep benim önüme geçecek anladığım kadarıyla burada kalsan da. Umarım hedefini tutturur kendi Mükemmeliyet Cumhuriyeti’nde mutlu olursun,” demişti Can. Kırık ayrılmışlardı o kadar yakınlığa ve aşka rağmen. Dönüp de diyememişti Beliz, “Sen de benim gönlümden geçene razı değilsin ki. Senin istediğinden gayrısının bir önemi yok. Aslında ilişkilerimde kimsenin Beliz’i umursadığı yok.”
İlişkiye hak ettiği düzgün bir kapanışı yapamadan ayrılmış olmak yıllarca hayalet gibi dolaşmıştı Beliz’in sonraki hayatında. Bir yanı hep çolak kalmıştı romantik arkadaşlıklarında. Daha baştan eksik, yoksun, yenik başlıyormuş gibi hissetmişti kendini. Can’ın onsuz ne yaptığını hep merak etmiş, rüyalarında Can’la defalarca olası yeni senaryolar, barışma sevişmeleri denemiş, sonra da gömüvermişti onu hayatın gündelik koşturmacasının altına.
Şarabın ve banyonun etkisiyle iyice rahatlamış olan Beliz, yatak odasındaki ufak aynasının karşısında gözlerinden başladı makyajına. Albüm Billie Holiday’in All of Me şarkısına geçtiğinde eskisi gibi kederlenmediğini fark etti. “Aferin kızım sana,” dedi kendi kendine. Aynada her bir uzvunu ancak parça parça görüyor, tamama erişebilmek için geriye doğru gittiğindeyse, zorlukla seçiyordu kendini. Minik aynasının karşısında, kırmızı elbisesiyle hoş ve alımlıydı.
Otel salonundan sokağa yayılan boğuk müzik, daha mekâna girmeden rahatlatmıştı Beliz’i. Beklediğinden kalabalıktı salon. Tango hocalarıyla diskjockeyin ortak düzenlediği bir etkinlik olduğundan, tanıdıklarının yanı sıra pek çok yeni sima da akın etmişti geceye. Önce Yeliz’i seçti şen ve gür kahkahasından. Birkaç kişiyle selamlaşarak hemen onun yanına geçti.
“Selaaam, ne içiyoruz?”
Arkadaşının belli belirsiz, “Eski dostumuz kırmızıyı,” dediğini algıladı.
“Müzik sesinin düşüncelerimi bastırdığı bu akşamlara bayılıyorum,” diye bağırdı Yeliz’e.
Salonun loşluğu, insanları aydınlatmadan uzaktı. Bu hoşuna gitti Beliz’in, kimseyi seçmek zorunda değildi.
New York ‘tan İstanbul’a döndüğünden beri, şehrin yorucu temposu ve iş hayatının çetinliği üstüne çöreklenmişti. Tangonun eril yanına feminen bir etki katacağını ümit ederek iki kız arkadaşıyla birlikte yazılmışlardı tangoya. Her dansın kendine has kuralları vardı, oyunlar gibi. Tango iki kişilikti ve dansı erkek yönlendiriyordu. Sınırlı zamanlarda da olsa belli kurallar içinde, kontrolü, daha önceden hiç tanımadığı yeni bir erkeğe bırakarak, müziğin ritmiyle birlikte hareket etmek, büyülü ve özgürleştirici gelmişti ona. Beş aydır arkadaşlarıyla ya da yalnız her derse katılıyor, yeni tecrübeler ediniyor, zamanın durduğu o tango anlarında, sözsüz, maskesiz, beden yoluyla iletişim kuruyordu erkeklerle. Dans ayakkabılarını ayağına geçirdiği andan itibaren kendisini bir masal kahramanı gibi hissediyor, bedenini tamamıyla akışa bırakıyordu. Yalnızca bedenini değil; düşüncelerini, olanı olmayanı, sıkıldıklarını, arzularını, pişmanlıklarını, beklentilerini, hayallerini, arzularını, korktuklarını da…
Bedensel yakınlığın hayvani bir yanı vardı Beliz için; yakın mesafede beden bedene, et ete, beş duyunun tüm şahitliğiyle birbirini hissetmek… Daha konuşmanın bile olmadığı eski dönemlere ait bir şeyler vardı bedensel yakınlıkta. Doğada savunmasız ve kırılgan olduğumuz zamanlardaki tehlikeye dair bir tetikte olma hali, yakın olmanın verdiği huzur ve güven arası sürekli bir gel-git. Koldan, omuzdan, belden, kalçadan sarılışlar, fiziki buluşmalar sonra; bazısı yakın, şefkatli ve samimi. Kavuşma gibi. Bazısı sert, hoyrat. Mesafeli. Hareketlerin şekli, süresi, temposu, vurgusu duygusu nasıl da farklıydı herkesin. Kadınlarda da öyle eda, bakış, dönüş, ayağını yere vurma hızı hep çeşit çeşitti.
O kadar yakınken hiç tanışmadığı birinin gözünün içine bakmak çok zor geliyordu Beliz’e. Kimse kimseye gözünü dikmeye cesaret edemiyordu. Gözler birbirinin üzerinde rastgele geziniyor, parça parça algılıyordu bir diğerini. Sağ gözün kaşla şakağa kadarki köşesi, bir şey söyleyecekmiş gibi açılıp kapanan dudaklar, çatık ya da rahat kaşlar, bazen sıkılı bir çene, gözün seçtiği kadarına uymayan bir bukle saç/ saç kıvrımı. Belli belirsiz bir vücut yine, ayaklar baldır, omuzlar, aynadan popo görüntüsü. Parçaları tamamlamaya çalışıyordu yap-boz gibi. Parça parça, bölük pörçük. Vücudunu tamamladıktan sonra nasıl bir insan olabileceğine dair sessiz bir sorgulama başlıyordu. Birkaç sözcük, ses tonu, nefes ve kokular… Tango dansın zamanıydı, sohbetin değil.
Dansı her zamanki gibi tango hocası ve onun diskjockey sevgilisi açtı. Herkes imrenerek onları seyrediyordu. Beliz bir ara sevgili olduklarına dair bir dedikodu duymuştu. Dansları bu kadar tutkuluyken, aşkları nasıldı acaba.
Beliz epeydir arkasında ona dikilmiş ısrarcı bir çift gözün varlığını hissediyordu. Kalabalıkta gözleri birini arıyormuş gibi arkaya döndüğünde, Can’ın çenesini seçti belli belirsiz. Kalp atışları hızlandı, boynundan omuriliğine doğru bir soğukluk hücum etti. Ayakları onu taşıyamayacakmış gibiydi, hemen yanındaki duvara yaslandı. Çiftler dans pistine doğru ilerledikçe, Can parça parça tamamlandı gözünün önünde. Allah kahretsin, dedi içinden. Beni mi takip edip de geldi buraya? Bir an koşup bedenini onunkine yaslama dürtüsü hissetti içinde bir yerlerde. Tüm bedeni elektriklendi. Can’la gözleri buluştu. Can eğilip başıyla hafifçe selam verdi ona. Bardağındaki kırmızı şarabı tek yudumda bitirdi. Gözlerini kaçırmadan, ısrarla eski sevgilisine bakarken, artık kendimi akışa bırakabiliyorum dercesine, geçip dansa kaldırılmayı bekleyen kadınların arasına oturdu.
Bu kez Beliz, “beni seçin” diyordu, oturuş şekliyle. Omuriliği dik, göğüsleri dışarıda, kalçalarında biraz sonra dansına yansıtacağını vaat ettiği davetkar bir rahatlık, ayaklarında dansa hazır olduğunu gösteren tatlı bir tempo…
İki hafta önceki pratik gecesinde tanıştığı, yakışıklı genç adam gelip durdu önünde.
Bırakmak diye fısıldadı kendi kendine Beliz. Tüm meditasyon, bilinçli farkındalık egzersizlerinden nihayet faydalanma zamanıydı. Genç adam ona alan tutarak, onu bekleyip dinleyerek kontrol ediyordu dansı. Kendine has bir zarafeti vardı. Beliz de ona kolaylıkla uyum sağlıyordu. Her adımda kendine güveni artıyor, daha da çok keyif alıyordu. Sonraki bir buçuk saat boyunca farklı farklı kavalyelerle dans etti Beliz. Can’ın salonda olduğunu bile unutmuştu bir an. Onun belki de kendisini takip eden bir hayalet olduğuna dair komik bir imge oluşturdu kafasında. Gülerken başını geriye doğru attığı anlardan birinde birine çarptığını anlamasıyla birlikte tanıdık bir koku çarptı bilincine. Arkasını döndüğünde Can’ı göreceğine biliyordu. Sağ göz, sol omuz, uzun bir boyun, kararlı bir çene… Parçalar Can’da çözülmesi gereken bir yap-boza dönüştü. Bedenine gönderdiği kadınsı bir mesajla tango ayakkabıları içindeki kırmızı ojeli ayak parmak uçlarından saçının uçlarına dek dikleşti, dirildi. İki hayvan gibi baktılar birbirlerine. Kimin av kimin avcı olduğu belli olan bir ritüelle.
Yeni bir şarkı başladığında Can gelip önünde durdu. Beliz Can’ın elini tutup, kendini müziğin akışına bıraktı. Hem tanıdık hem de yabancı bir şeyler vardı Can’ın ona sarılış şekli, kokusu, nefesi ve bakışlarında. Ne kızgın ne de bağımlı hissediyordu Beliz kendini ona artık. Tüm bedeni gevşeyip, rahatladı. Can’ın diğer dans partnerlerinden bir farkı yoktu şimdi tango salonunda o gece. İkisi de konuşmadan dansın ve anın tadını çıkardılar. İkinci dans parçası daha yavaş ve samimiydi. Her şey ne kolay ve keyifliydi dans ederken. Sarmaş dolaş olup, öpüşmeye başladıklarını anlamadılar bile. Beliz, hayal meyal Can’ın onu elinden tutup dışarı çıkarttığını ve bir taksiye bindirdiğini seçti. Hala tek kelime konuşmamışlardı. “Bırakmak,” dedi Beliz yüksek sesle ve Can’ın göğsüne sokuldu.

Yazan: Elvan Kurşun

Aralık 2021
İstanbul

İletişim

Adres: Bağdat Cad. Tuğrul Sk. Ümit Apartmanı No: 6 / 2 Selamiçeşme KADIKÖY İSTANBUL
E-posta: [email protected]

Harita