Dedemin bize çok kızdığında, ‘alacaksın bir kızılcık sopası’ diyerek korku saldığı, reçelinin tadına doyulmayan kızılcığı,
İçine girip yıkandığımız, serçelerle paylaştığımız su varillerini,
Oynarken denk geldiğimizde irkilerek, açıktan aldığımız, koyunların, koçların “besmele”yle kurban edildiği çukuru,
Charlie’nin üç meleği oynadığımız, büyük ceviz ağacının dallarını…
3 ceviz ağacının altındaki köşede, lezzetli yemeklerle dolu, kalabalık bir Yugo masasından daha keyifli, güzel ne olabilir?
-Tabi ki aynı masa altında oynamak. İstediğin zaman sohbeti dinleyip, sonra oyuna dönüp, canın istediğinde tekrar dinlemek lüksü varken.
Evet, özlüyorum bazen. O zamanki beni,
Bizi.
Bazen de rüyalarıma giriyor bir film gibi, yastığa düşen birkaç damla gözyaşı eşliğinde…
(Tüm bunları yazmamı tetikleyen Kevin Kline’nın ‘In and Out’ filmine teşekkür ederim…)